AİHM KARARINA RAĞMEN DEMİRTAŞ NEDEN TAHLİYE EDİLMİYOR?
Türkiye’de Hukukun İntiharı ve DEM’in Sessizlik Anatomisi
Türkiye’nin bugün yaşadığı şey bir hukuk tartışması değil;
hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülkenin, hukuku canlı canlı mezara gömmesidir.
AİHM “derhal tahliye” diyor; Türkiye ise “daha beklet” diyerek uluslararası hukuku fiilen yok sayıyor.
Bu manzara artık kimseyi şaşırtmıyor.
Şaşırtması gereken tek şey ise DEM’in tavrı, suskunluğu, bu sağır ve dilsiz hâli.
DEM’in Sessizliği: Tesadüf Değil, Dokuz Yıllık Bir Tercih
Bir siyasi parti düşünün:
Avrupa meydanlarında on yıllardır “tecride son – umut hakkı yaşam hakkıdır” diyerek yürüyüşler düzenliyor, pankartlar açıyor;
ama iş Demirtaş’a gelince ne Türkiye’de ne de Avrupa’da kılını kıpırdatıyor.
Sesi çıkmıyor, nefesi duyulmuyor.
Bu çelişki, kendiliğinden oluşmuş bir boşluk değil.
Bu, bilinçli bir siyasetsizlik stratejisidir.
İktidara sert çıkamazlar, çünkü bedelden korkuyorlar.
İmralı’ya rağmen konuşamazlar, çünkü sınırı orası çiziyor.
Halkın vicdanını savunamazlar, çünkü önce itaat ve konforlarını savunuyorlar.
Dokuz yıldır süren bu sessizlik yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda bir itaat biçimidir.
Ve artık herkes biliyor:
DEM’in reflekslerini belirleyen şey Demirtaş’ın özgürlüğü değil;
İmralı’dan çıkacak onay ya da çıkmayacak talimattır.
Türkiye Hukuk Devleti mi? Yoksa Hukuksuzluğun Kurumsallaştığı Bir Alan mı?
Türkiye’nin AİHM’e taraf olması, bugün kâğıt üzerinde kalan bir bilgiye dönüşmüş durumda.
Anayasa’nın 90. maddesi ise bir hukuk maddesi olmaktan çıkıp adeta bir hatıra metnine dönüştü.
Bu ülkede hukuk, artık mahkemelerde değil;
siyasi iradenin ruh hâlinde belirleniyor:
Karar var → Uygulama yok
Anayasa var → Bağlayıcılık yok
Sözleşme var → Ciddiyet yok
Adalet talebi var → Muhatap yok
Böyle bir fotoğrafta sorulması gereken soru açıktır:
Demirtaş hukuken tutuklu mu, yoksa siyaseten bir rehine mi?
Eğer bir insan, uluslararası hukukla korunmuş haklarına rağmen içeride tutuluyorsa bu artık “tutukluluk” değil, siyasal rehineliktir.
Bu Ülkede Asıl Eksik Olan Adalet Değil, Cesarettir
Bugün Türkiye’de eksik olan şey mahkeme binası, yasa, savcı, hâkim değildir;
bunların hepsi fazlasıyla mevcut.
Eksik olan tek bir şey var: Cesaret.
İktidar hukuku askıya almaya cesaret ediyor.
DEM gerçeği söylemeye cesaret edemiyor.
Muhalefet meydanlara çıkmaya cesaret edemiyor.
Medya, tüm bu olanları duymaya bile cesaret edemiyor.
Bu kadar büyük bir kolektif korku, sadece adaletin değil, aynı zamanda siyasetin de çöküşüdür.
Demirtaş Neden Tahliye Edilmiyor?
Sorunun cevabı hukuk kitaplarında değil;
Türkiye’nin siyasal atmosferinin karanlık odalarında saklıdır:
Çünkü hukukun yerini siyasi pazarlık aldı.
Çünkü iktidar istemiyor.
Ve en acısı: DEM buna açıkça karşı çıkmaya cesaret bile edemiyor.
Kürt halkı ise tüm bu tabloya rağmen suskun;
umudu ve öfkesi arasında sıkışmış durumda.
DEM, kendi liderinin özgürlüğü konusunda bile söz söyleyemiyorsa,
neye ve kime siyaset üretiyor?
Son Söz: Sessizlik Bir Tutum Değil, Bir Teslimiyettir
Bir ülke adaletini kaybettiğinde her şeyini kaybeder.
Bir parti korkusunu aşamadığında misyonunu kaybeder.
Bir toplum hukuksuzluğu normalleştirdiğinde geleceğini kaybeder.
Ve bugün hepimizin önünde duran soru şudur:
Türkiye hâlâ bir hukuk devleti mi, yoksa hepimiz yavaş yavaş siyasal birer rehineye mi dönüştürülüyoruz?


