KÜRTLERİN TARİHSEL İTTİFAKLARI VE GÜNÜMÜZE UZANAN SİYASAL GERÇEKLİK
Bizans’tan Cumhuriyete, Süreklilik ve Kopuşun Hikâyesi
Tarihte bazı halklar vardır ki savaş meydanlarında değil, devletlerin belleklerinde kaybolur.
Kürtler, tam da bu paradoksun içinde duran bir halktır:
Devletlerin yükselişinde belirleyici, devlet politikalarında ise çoğu kez görünmez.
Kürdistan coğrafyası, Roma-Bizans ile İran medeniyetleri arasındaki kadim çatışmanın tam ortasında yer aldığı için, tarih boyunca sadece bir “geçiş yolu” değil, aynı zamanda bir “denge kurucu güç” olmuştur. Kürtlerin siyasal rolü, kimi dönemlerde pasif bir direnç, kimi dönemlerde ise belirleyici bir irade olarak şekillenmiş; ancak hiçbir zaman edilgen bir izleyicilik seviyesine düşmemiştir.
I. Bizans ve Selçuklu Arasında Kürtler:
Coğrafyanın Zorladığı, Hafızanın Kaydettiği Bir Siyasi Tavır**
XI. yüzyılda Selçuklular Bizans sınırına dayandığında, Kürtlerin konumu bugün dahi göz ardı edilen bir gerçekliği açığa çıkarır.
Kürt emirlikleri, Bizans’ın Amida’dan Ahlat’a kadar uzanan baskıcı varlığı karşısında ne Bizans’a sadakat göstermiştir, ne de Selçukluya koşulsuz teslim olmuştur. Bunun yerine, bölgesel bir aklın ürünü olan “pasif destek ve aktif muhalefetsizlik” politikası takip edilmiştir.
Bu politika, Selçuklu ilerleyişine kapıları aralamış ve Mervanîler döneminde ise açık bir işbirliğine dönüşmüştür.
Kürt beylikleri Selçuklu ordularına:
• geçiş hakkı,
• lojistik destek,
• coğrafi rehberlik
sağlarken Bizans’ın bölgedeki varlığını fiilen çökertecek bir denge yaratmıştır.
Burada dikkat çekici olan şudur:
Kürtler, Selçuklu hâkimiyetini kendi kaderlerine çizilmiş bir zorunluluk değil, Bizans’a kıyasla daha az müdahaleci bir seçenek olarak görmüşlerdir.
O zamanın tarihsel tercihi, emperyal ağların değil, coğrafyanın ve hafızanın yönlendirdiği bir stratejiydi.
II. Çaldıran’ın Gölgesinde:
Kürt–Osmanlı İttifakı ve Safevî İran’a Karşı Ortak Savaş
1514 Çaldıran yalnızca iki imparatorluğun karşılaşması değildir;
aynı zamanda Kürt siyasi aklının tarih sahnesine ikinci bir büyük müdahalesidir.
Safevîlerin zorlayıcı Şiîleştirme ve merkezileştirme politikaları karşısında Kürt emirliklerinin kararı nettir. Özerkliğini koruyabilmek için Osmanlı ile ittifak yapmak cihetine gidilmiştir.
İdris-i Bitlisî’nin diplomatik yeteneği, bu ittifakı yalnızca askeri bir işbirliği olmaktan çıkarıp bir siyasal sözleşmeye dönüştürdü.
Bu sözleşme:
• Kürt beyliklerine özerklik verdi,
• Hanedanlıkların devamını garanti altına aldı,
• Yerel hukuk sistemlerini tanıdı.
Geriye kalan üç asır boyunca Kürtler, Osmanlı’nın doğu sınırlarını Safevî ve daha sonra İran hanedanlarına karşı koruyan tampon güç, itaatkâr değil fakat belirleyici ortak konumuna geldi.
Osmanlı’nın İran’a karşı sürdürdüğü en zorlu mücadelelerin çoğu, Kürt coğrafyasının iradesi ve askeri desteği sayesinde kazanıldı.
III. Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in Doğuşu:
Kürtlerin Unutulan Kurucu Rolü
1919–1922 arasında Anadolu işgalle boğuşurken, Mustafa Kemal Paşa’nın en erken ve en kritik müttefiki yine Kürtler oldu.
Diyarbakır’dan Van’a, Elaziz’den Hakkari’ye kadar geniş bir coğrafyada Kürt aşiretleri İngiliz, Fransız ve yerel işbirlikçi projeleri boşa çıkardı. Mustafa Kemal ile yapılan ittifak ve işbirliği sonucunda Kürtler kurtuluş savaşında tarihi rol oynadı.
TBMM tutanaklarında geçen şu ifade o dönemin siyasal gerçekliğini özetler:
“Bu devlet Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır.”
Lozan heyeti dahi “Kürtler ve Türkler birlikte kurucu unsurdur” söylemini her uluslararası temasında kullanmıştır.
Ancak tarih bir noktada kesintiye uğradı.
Cumhuriyet’in kuruluşunda ortak olan Kürtler, kuruluşun hemen ardından İttihat–Terakki’nin tekçi zihniyetinin restorasyonu ile yüz yüze kaldı.
IV. Bugüne Uzanan Siyasi Tespit:
Tarih Bize Ne Söylüyor?
Selçuklu–Bizans mücadelesinde Selçuklu lehine denge kuran,
Osmanlı’nın Safevîlere karşı varlığını mümkün kılan,
Cumhuriyeti işgalden kurtarma sürecinde Mustafa Kemal’in yanında duran Kürt halkı…
Tüm bu ortaklığa rağmen:
• ulusal kimliği inkâr edildi,
• dili yasaklandı,
• ülkenin kuruluşundaki tarihsel rolü silindi.
• coğrafyası “şark” ıslahatı adıyla geri bölge ilan edildi,
Bu, sadece siyasal bir çelişki değil, aynı zamanda devlet aklının hafıza kaybıdır.
Çünkü bu toprakların tarihi, Türklerin ve Kürtlerin karşıtlığı üzerinden değil, ortak siyasal kaderleri üzerinden şekillenmiştir.
Bugünün Türkiye’si, bu ortaklığı tanımadan demokratikleşemez;
bu hafızayı onarmadan bir toplumsal barışı inşa edemez.
Dolayısıyla:
Kürtlerin ulusal varlığını inkâr eden, anadilini yasaklayan, siyasal kimliğini suç sayan İttihat–Terakki geleneği ve CHP’nin ufku göremeyen vizyonu artık aşılmalıdır.
Bu sadece Kürtler için değil;
bu ülkenin barışı, demokrasisi ve ortak geleceği iddiası için de kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Sonuç: Tarihsel Bir Zorunluluk Olarak Eşitlik Temelinde Birlik Kurulmalıdır.
Kürtler ne Bizans’ın sınır kalelerinde,
ne Safevî ordularının baskısında,
ne de işgal yıllarının karanlığında yok edilemedi. Zaman zaman geri çekilmiş olsalarda tarih sahnesinde hep var olmaya devam etti.
Bu halk, bin yıl boyunca bu coğrafyanın siyasi denklemlerini belirlemiş, imparatorlukların kaderini etkilemiş, yeni devletlerin doğuşunda da paydaş olmuş bir halktır.
Bugün talep ettiği şey ise bir lütuf değil,
tarihin kaydettiği bir hakkın teslimi ve iadesidir. İstediği şey, Eşitlik, Tanınma ve Onurlu birlikte yaşamdır.



