Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Devreden Kör Düğümler:
Maaruf Ataoğlu
İttihatçı Miras, 1924 Anayasası ve Kürt Meselesinin Yüzyıllık Gölgesi
Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüş döneminde devlet aklını belirleyen İttihat ve Terakki kadroları Enver, Talat, Cemal ve onları besleyen milliyetçi, militarist zihniyet sadece bir imparatorluğun yıkılışına değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunlu genlerinin oluşmasına da önayak oldular. Onların uyguladığı merkezileştirici, tekçi ve güvenlikçi siyaset, Osmanlı’nın çok etnili yapısına uyumsuz olduğu gibi, yeni kurulacak ulusun da demokratik bir zemin üzerinde yükselmesini baştan imkânsızlaştırdı.
Cumhuriyeti kuran kadroların önemli bir bölümü, bu İttihatçı ekolün doğrudan veya dolaylı devamcılarıydı. Fevzi Çakmak çizgisindeki devletçi-militarist klik ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 1924 Anayasası sürecinde aldığı kararlar, Türkiye’de demokrasi ihtimalinin en kritik kavşağında yanlış yola sapılmasına yol açtılar. 1921 Anayasası’nın çoğulcu, yerinden yönetimci ve Kürtleri hukuken tanıyan yapısı yerine 1924 Anayasası’nın tekçi vatandaşlık tanımı benimsenerek Kürtler resmî olarak “yok” hükmüne indirgenmişti.
Bu tercih, sadece bir anayasal tasarruf değildi; sonraki yüz yılın bütün çatışmalarının, Kürt isyanlarının, askeri darbelerin ve toplumsal travmalarının tohumuydu.
Kürtlerin yok sayılması, tarihsel olarak üç büyük sonuç doğurdu:
1. Kürtler için yüzyıllık acılar zinciri
Kürt coğrafyasına uygulanan isyan bastırma politikaları, zorunlu iskânlar, kültürel yasaklar, köy boşaltmalar, faili meçhuller ve bugün hâlâ süren kimlik mücadelesi; 1924’te alınan yanlış ırkçı ve tekçi kararın doğrudan bir ürünüdür. Bir halkın kimliğini yok sayarak bir ülkeyi bir arada tutmaya çalışmak, toplumsal barışı değil, sürekli bir çatışmayı ve güvensizliği beraberinde getirdi.
2. Türk toplumu için yapısal fakirleşme ve sürekli geri kalmışlık
Kürt meselesi üzerinden yürütülen güvenlikçi devlet yapılanması, Türkiye’nin enerjisini ve bütçesini yüz yıl boyunca sonucu olmayan gereksiz bir şekilde tüketti. Ekonomik kaynakların eğitime, üretime, sanayileşmeye değil, güvenlik aygıtına yönelmesi; politik alanın daralmasına, demokrasinin gelişememesine, bireysel özgürlüklerin sürekli tehdit altında kalmasına yol açtı.
Bugün milyonlarca insanın ekmeğe muhtaç, güvencesiz ve yoksul hale gelmesi; tarihsel olarak bu hatalı siyasal tercihin bir sonucudur.
3. Toplumsal dokunun etnik fay hatları üzerinden kırılması
Osmanlı’dan kalan “millet sistemi”nin çözülüşüyle birlikte İttihatçı zihniyet, farklı etnik grupları tanımak yerine onları “asli unsur” ile “tali unsur” olarak ayrıştırarak sınıflandırdı.
Cumhuriyet döneminde bu yaklaşım daha keskin bir forma büründü:
• Türkmen,
• Gürcü,
• Çerkez,
• Boşnak,
• Abhaz,
ve diğer Müslüman gruplar, çoğu zaman “Türklük” kisvesi altında eritilirken; Bu yaklaşımı kabul etmeyen Kürtler bir tehdit kategorisine indirgenerek toplumsal sözleşmenin dışına itildi.
Bu durum, Türkiye’de vatandaşlık bilincinin hiçbir zaman eşitlik temelinde yerleşememesine yol açtı. Kimliğini inkâr etmeye zorlanan toplumlar, devlete karşı yabancılaşırken; kimliğini merkezde gören kesimler, milliyetçiliği kendileri için bir üstünlük aracına dönüştürdü. Sonuçta ülke, demokrasi yerine sürekli kutuplaşmanın, çoğulculuk yerine tekçi kimlik siyasetinin esiri oldu.
Bugün Gelinen Nokta: Tarihsel Bir Kör Düğüm
Yüzyıl önce yapılan bu tercihler, bugün Türkiye’yi hâlâ iç çatışma potansiyeli yüksek bir kırılganlık içinde tutuyor.
Türkiye’nin ekonomik darboğazı, kronik demokrasi krizleri, ifade özgürlüğü sorunları, gençlerin göç etme arayışı—hepsi bu tarihsel yanlışın farklı yüzleridir.
Kürtler açısından mesele bir “ayrıcalık” değil, eşit yurttaşlık ve anayasal tanınma talebidir.
Türkler açısından ise mesele “demokratikleşme korkusu” değil, bölünme korkusudur. Çünkü bu bölünme korkusu ile bir asırlık devlet mühendisliğinin bir arpa boyu yol alamadığının sorgulanmasını zorunlu kılar.
Sonuç: Türkiye’nin Yeniden Kuruluş İhtiyacı
Türkiye, 1924’te kapatılan eşitlik kapısını yeniden açmadıkça;
kimlikleri gerçek anlamda tanımadıkça;
güvenlikçi devlet aklının yerine yerinden yönetim, eşit vatandaşlık, hukuk ve demokrasiyle değiştirmedikçe:
• ekonomik krizler,
• siyasal gerilimler,
• toplumsal kutuplaşmalar
döngüsel olarak yüz yıllar boyunca devam edecektir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, ne romantik bir Osmanlı nostaljisi ne de 1924 anayasasının Cumhuriyetçi tekçiliği dayatmaktır.
İhtiyaç olan şey; çok kimlikli, çok kültürlü ve çok sesli bir yeni toplumsal sözleşmedir.
Bu sağlanmadıkça, Türkiye ne Kürtlerin acısısını dindirebilir ne de Türklerin ekonomik çöküşünü ve ülkenin fakirliğini aşabilir.


