Vay Lımıne - Vay Lımıne
Vay Lımıne – Vay Lımıne…
Sezgin Tanrıkulu’nun CHP Savunuculuğu
Maaruf Ataoğlu
Yüz yıldır Kürtlerin adını, dilini, kimliğini kayıt dışı bırakan bir siyasal geleneğin bugün hâlâ “demokratikleşme” adına aklanmaya çalışılması, doğrusu insanı hayretle suskunluk arasında bırakıyor. Daha da tuhafı, bu savunma görevini bir Kürt siyasetçisinin, üstelik yıllarca insan hakları mücadelesiyle tanınan Sezgin Tanrıkulu’nun üstlenmiş olmasıdır.
Bu durumun psikolojide karşılığı aslında bellidir: Stokholm Sendromu.
Yani insanın, kendisini inkâr eden, görmezden gelen hatta bazen açıkça baskılayan yapıya karşı; zamanla “koruyucu”, “daha kötü olabilir ama iyi niyetliler” gibi içi boş bahaneler üretmesidir.
Sezgin Tanrıkulu’nun bugün CHP’yi aklamaya harcadığı enerji, aslında Kürt halkının yüz yıllık tecrübesini gölgeleme çabasıdır. Çünkü CHP’nin Kürtlerle imtihanı yeni değil, geçici hiç değil, dönemsel de değildir. Reçetesi değişmeyen bir resmi ideolojinin yüz yıllık tekrarından ibarettir.
1. CHP’nin Kürt Politikası: “Varlığını Kabul Etmiyorsam Sorun Yoktur” Mantığı
Bugün hâlâ “Kürt sorunu yoktur” çizgisine sıkışmış bir yapıyı savunmak, siyasi bir tercih olmaktan çıkar; gerçeklikten kopmanın adıdır.
Devletin inkâr-kontrol-suçlama sarmalı içinde yoğrulmuş CHP yaklaşımını bugün “yenilendi” diye sunmak, Kürtlerin hafızasıyla dalga geçmektir.
2. Tanrıkulu’nun Rolü: Eleştirmenken Savunucuya Evrilen Bir Çelişki
Dün insan hakları ihlallerini belgeleyen, faili meçhullerin hesabını soran Tanrıkulu’nun;
bugün o ihlallerin tarihsel zeminini yaratan bir partinin gönüllü kalkanına dönüşmesi, ancak şöyle açıklanabilir:
• Ya yılların mücadelesi kişiyi yordu ve teslim aldı,
• Ya da bulunduğu konumun bedeli olarak ses tonunu yumuşatmak zorunda kaldı.
Her iki ihtimal de hakikatin omuzlarından eksilen bir yük anlamına gelir.
3. CHP’ye Aklama Çabası: En Büyük Kırılma
CHP’nin, Alevi Kürtleri vitrine koyarak Kürt meselesini “halledilmiş” göstermeye çalışması yeni değil. Ancak Sezgin Tanrıkulu gibi birinin bunu bir iyileşme emaresi olarak sunması, kırılmanın boyutunu büyütüyor.
Bu, Kürtlere “Acınız abartıydı, hafızanız yanılıyor” demektir ki, tarih de toplum da bu cümleyi asla affetmez.
4. Stokholm Sendromu: Psikolojik Bir Tuzak
Bu sendromun temel mekanizması şudur:
Mağdur, kendisini ezen gücü idealize etmeye, onun söylemlerini içselleştirmeye başlar.
Bu durum bireylerde görüldüğü gibi siyasal aktörlerde de sıkça rastlanır.
Tanrıkulu’nun bugün takındığı tutum, işte tam da bu psikolojik halkanın siyasal bir örneğidir.
5. Kürt Halkının Beklentisi: Gerçekle Yüzleşme
Kürtler ne kırmızı halı bekliyor ne de yüzyıllık acıların kusursuz biçimde telafisini.
İstedikleri tek şey, inkârın bitmesi ve siyasal gerçekliğin kabul edilmesidir.
CHP ise bugün hâlâ bu eşikten bile geçebilmiş değildir.
Sezgin Tanrıkulu’nun CHP adına yaptığı savunmalar, partinin dönüşümünü değil, Kürt sorununun çözümünün hâlâ cesaret gerektiren bir alan olduğunu gösteriyor.
Ve en acısı: Bu cesareti göstereceklerin sayısı, yüz yıllık Türkiye siyasetinde hâlâ bir elin parmaklarını geçmiyor.
Son söz:
Vay Lımıne – Vay Lımıne…
Kürt halkının yüz yıllık hafızası, günübirlik siyasi pozisyonlarla silinmez.
Ve elbet bir gün, herkes kendi durduğu yerin muhasebesiyle yüzleşir.


