Yargı Devleti mi, Hukuk Devleti mi?
Yargı Devleti mi, Hukuk Devleti mi?
Maaruf Ataoğlu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin açık kararına rağmen Selahattin Demirtaş’ın hâlâ tahliye edilmemiş olması, Türkiye’de “yargının mı, yoksa hukukun mu üstün olduğu” sorusunu bir kez daha gündeme taşımaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanının ifadesiyle Türkiye bir “yargı devleti” ise, bu tanımın altını doldurmak gerekir. Çünkü “yargı devleti” ifadesi, görünüşte hukuka dayanıyor gibi olsa da, özünde hukukun değil, yargı organlarının talimatla hareket eden bir mekanizmanın egemenliğini ima eder.
Yargı devletlerinde, hâkimler kararlarını hukukun evrensel ilkelerine göre değil, siyasal merkezden gelen telkin ve talimatlara göre verirler. Bu durumda adalet, bir vicdan meselesi olmaktan çıkar; bir iktidar aracına dönüşür.
Oysa hukuk devleti, bireyin onurunu, özgürlüğünü ve masumiyetini esas alır.
Orada hâkim, talimatla değil vicdanla ve kanunla hükmeder.
Masumiyet karinesi, yalnızca bir anayasal ilke değil; insan olmanın asgari güvence hattıdır.
Bugün Türkiye’nin yaşadığı en temel sorun, yargı ile hukukun karıştırılmasıdır.
Yargı vardır; çünkü mahkemeler, hâkimler, dosyalar vardır.
Ama hukuk yoktur; çünkü adalet, iktidarın gölgesine sığınmıştır.
Selahattin Demirtaş’ın dosyası, bu anlamda yalnızca bir siyasi davayı değil, bir ülkenin vicdanını sınayan aynayı temsil etmektedir.
Eğer Türkiye, anayasanın üzerinde bağlayıcılığını kabul ettiği Avrupa insan hakları Mahkemesinin kararlarını tanımıyorsa, orada hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku geçerlidir.
Gerçek soru şudur:
Türkiye bir yargı devleti olarak mı kalacaktır,
yoksa nihayet bir hukuk devleti olmanın onuruna mı kavuşacaktır?


